Hukuk Genel

Toprak Hukuku Nedir?

Toprak Hukuku bir devletin sınırları içindeki toprakların mülkiyetini ve kullanılmasını düzenleyen hukuk dalıdır. Devletin toprakları üzerindeki hakimiyeti göz önüne alındığında ve söz konusu hukuk dalının ortaya çıkış amaçlarına bakıldığında kamu hukuku karakteri taşıdığı söylenebilir.

TOPRAK HUKUKUNUN TANIMI

Toprak Hukuku geniş anlamda ve dar anlamda olmak üzere ikiye ayrılır.

Geniş anlamda toprak hukuku denildiğinde, kullanım amacı ne olursa olsun her türlü toprak üzerindeki hukuki ilişkiyi düzenler. Bu topraklar tarım toprakları olabileceği gibi tarım dışı topraklarda olabilir. Dar anlamda toprak hukuku ise; yalnızca tarımsal toprakları kendisine konu edinir. O halde tarımsal topraklar üzerindeki hukuki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü anlaşılır. Bizim inceleyeceğimiz toprak hukuku dar anlamdadır, yani tarımsal topraklar hukukudur.

  • Toprak Hukukunda bir başka ayrım ise maddi anlamda ve şekli anlamda toprak hukuku ayrımıdır.

Şekli anlamdaToprak Hukuku deyince toprak üzerindeki ayni hakların mülkiyet hakkı, intifa hakkı ve bunun gibi kurulmasına, kazanılmasına, devredilmesine, kaybedilmesine ilişkin kurallar anlaşılır. Maddi anlamda Toprak Hukuku denince ise toprağın ekonomik fonksiyon ve özgüleme (tahsis) durumuna ilişkin kurallar anlaşılır. Burada özgüleme önem taşıdığı için toprağın tarım toprağımı yoksa kentsel toprak olduğu göz önünde bulundurulur ve özgülemeye ilişkin kurallar bütünü dikkate alınır.
Kentsel topraklar imar hukuku içerisine girmektedir. Bizim konumuz toprak arazilerdir.

II. Dar Alanda Toprak Hukukunu Düzenleme Alanı

1) Tarımsal Eşya Hukuku
2) Tarımsal Miras Hukuku
3) Tarımsal Kira Hukuku

Tarımsal eşya hukuku deyince bundan tarımsal mülkiyet hukuku tarım toprakları üzerindeki ayni haklar yeni irtifak ve rehin haklarını düzenleyen hukuk anlaşılır. Ama tarımsal eşya hukuku bu sayılan hak durumlarının belirlenmesinden ibaret değildir. Bunun dışında da tarım ve toprak hukukuna ilişkin kurallar ve arazi kadrosuna ilişkin esaslarda tarımsal eşya hukuku içerisinde yer alırlar. Örneğin; Tarımsal eşya hukuku içerisinde tarımsal toprakların sınırlandırma ve tespitlerinin yapılarak tapuya geçilmesi kadastro hukukuna girer. Eski hukuktan gelen tapu kayıtlarının yenilenmesi de bu bağlamda ele alınır. Arazi kadastrosu ülkemizde son derece önem taşımakta ve son yıllarda ülke topraklarının büyük bölümünün kadastro tespit çalışmalarının neticesi tapuya geçirilmesi tamamlanmaktadır.)

i)TARIMSAL EŞYA HUKUKU:
Yinede ancak tarım arazilerinin % 25 kadarı henüz tapuya geçirilmemiştir. Demek ki ülkemizde tapulama kadastro çalışmaları halen devam etmekte, kadastro tespitlerine ilişkin anlaşmazlıklar da bu konuda görevli kadastro mahkemelerinin önüne gelmektedir. Tarımsal eşya hukuku ile ilgili yasal mevzuata örnek vermek gerekirse 3402 sayılı ve 1987 tarihli kadastro kanunu3083 sayılı ve 1984 tarihli tarım reformu kanunu 1998 tarihli ve 4342 sayılı mera kanunu keza 2005 tarihli toprak koruma ve arazi kullanımı kanunu örnek verebiliriz.
3194 sayılı ve 1985 tarihli imar kanunu ise daha öne belirttiğimiz gibi kutsal topraklar için çıkarılmış bir yasa olduğundan tarımsal eşya hukukunun dışında bırakılmıştır.

ii)TARIMSAL MİRAS HUKUKU:
Tarım topraklarının miras yoluyla parçalanmasını ve küçülmesini önlemeye çalışmak için gerekli kurallar bütünü olup bizim hukukumuzda MK’nun miras kitabında ve az önce sözünü ettiğimiz 2005 tarihli toprak koruma ve arazi kanununda yer alınır.

Gerçekte MK’nun liberal ve eşitlikçi felsefesi içinde taksim yani bölünme yoluyla küçük parçalara ayrılan tarım topraklarının kırsal kesimde yaşayan vatandaşların topraktan geçimlerini ortadan kaldırmayacak biçimde yani ekonomik yönden verimli tarım işletmelerini korumalarını için bu yasal düzenlemeler yapılmıştır. (Tarım ve miras hukukunun önemi? Niçin vardır?) Kısaca tarımsal miras hukuku tarım topraklarının miras yoluyla ufalanıp parçalanarak ekonomik bakımdan verimsiz hale gelmelerini önlemek ister.

iii)TARIMSAL KİRA HUKUKU:
Tarımsal işletme yapmak çiftçilik yapmak için gerekli ve yeterli toprağı bulunmayan çiftçilerin köylülerin çalışmalarını yönetmek ve böylece geçimlerini sağlamak için toprak sahipleriyle yapmış oldukları kira sözleşmelerinden doğan hukuksal ilişkilerin düzenler.

Bu tür kira sözleşmesine bizde hâsılat ( ürün )kira sözleşmesi adı verilir. Tıpkı tarımsal miras hukukunda olduğu gibi tarımsal kira hukukunda da bizde özel bir düzenleme olmayıp bu konuda borçlar kanunun hâsılat kirasına ilişkin hükümleri uygulanmaktadır.

III. TOPRAK HUKUNUN KONUSU
Toprak hukukunun konusu tarım arazileridir. Başka bir deyişle 3083 sayılı 1984 tarihli tarım reformu kanunun 2, maddesinde tarım arazisini şu şekilde tanımlamaktadır.
Tarım arazisi orman sınırları dışında kalan zirai üretim yapılan çayır, otlak, yaylak ve kışlak olarak kullanılan kullanılma şekillerinden birine tahsis edilen özgülenen veya ekonomik olarak imar ihya ve ıslah (iyileştirme) edilerek (canlandırılarak) üretime açılabilecek arazilerdir.
Toprağın canlandırılmasıyla kast edilen tarım dışı araziyi emek ve masraf sarf ederek tarım alanı haline getirmektedir. Yukarıda ki yasal tanımdan da anlaşılacağı gibi yasa koyucu tarım topraklarını 3 grupta ele almaktadır.

Bunlar;
I. Kültür topraklar
II. Çayır, mera, otlak gibi topraklar
III. İmar, ihya ve ıslah yoluyla tarımsal üretime açılacak topraklardır.
Ormanlar bu üç grubun dışında kalır.

I. KÜLTÜR TOPRAĞI:
Hali hazırda şimdi şuan da işlenen üzerinde ekim dikim yapılan topraklardır.

II. Çayır, MERA, OTLAK gibi TOPRAKLAR:
Bunlar kültür topraklarının aksine üzerinde tarımsal teknikler kullanılarak ekim dikim yapılmayan kısaca işlenmeyen topraklardır. Bu tür topraklar doğal yapıları gereği kendiliğinden bir bitki örtüsüne sahip olup bunlar da genellikle hayvan besleme amacıyla yararlanılır.
Orman arazileri de doğal yapıları gereği geniş anlamda toprak kavramı içinde yer almakla birlikte bunlar tarım toprağı değildir. Ülkemizde ormanlar 1956 tarihli ve 6831 sayılı orman kanunu ile düzenlenmiştir. Ancak orman arazileriyle ilgili şu soru hep gündemdedir. Orman olma niteliğini (vasfını) kaybetmiş orman topraklarını bu kapsamın dışına çıkartılması ülkemizde sıkça başvurulan bir yoldur. Bu yol uygulamada 2 B maddesine dayandırılır.

Bu gibi arazilerin ihya, imar ve ıslah yoluyla canlandırılarak tarım toprağı haline getirilmesine belirli ölçüde ve orman köylülerini desteklemek amacıyla izin verilmekte bunun dışında bu toprakların kentsel toprak niteliği kazanacak şekilde yani imara açılması yönündeki siyasi talepler ise kanunun maksadını aşan uygulamalara neden olmaktadır.

III. İmar, ihya ve ıslah yoluyla tarımsal üretime açılacak topraklardır:
Bu tür arazi üzerinde henüz kültür tarımı yapılmamış olmakla birlikte bu tür topraklar insan emeği teknik ve sermaye kullanılarak imar ve ihya yoluyla tarıma açılabilecek yani canlandırılabilecek topraklardır. Tarım sektörüne yeni topraklar kazandırmayı öngören imar ve ihya kurumu eskiden beri diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bazı koşullarda desteklenmektedir.

İmar ve ihya kuruluna ilgili ilk düzenleme 1987 tarihli kadastro kanununda bulunmaktadır. Ancak tarihsel süreçte 1858 tarihli arazi kanunundan bu yana imar ve ihya yoluyla tarım topraklarına sahip olunması hukuk yaşantımıza girmiştir. 1984 tarihli kanunun öngördüğü toprak çeşitleri dışında hiçbir şekilde tarım yapılamayan tarıma elverişli hale getirilemeyen bir arazi türü de mevcuttur. Buna da kısaca tarıma elverişli olmayan arazi denilmektedir.

Bunlar tepeler, kayalıklar, falezler, buzullar bu tür araziye örnek teşkil ederler. MK ve kadastro kanunu bu tür arazilerin özel mülkiyete konu olmayacaklarını söylemekte ve bunların devletin hüküm ve tasarrufunda bulunduğunu söylemektedir. MK madde 715’e göre sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağla ve buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerle ve bunlardan çıkan kaynaklar kimsenin mülkiyetinde değildir. Hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.

KADASTRO KANUNU MADDE 16’ YA GÖRE;

  • Kamu hizmetinde kullanılan resmi bina ve hizmetler (hükümet, belediye konağı), karakollar, hastane ve diğer sağlık tesisleri, okul binaları, camiler, mezarlıklar, parklar, Pazar yerleri ve benzeri hizmet malları özel kanunlarına göre hazine kanun kurul ve kurum ve kuruluş il belediye köy veya mahalli idari birlikleri tüzel kişileri adına tespit olur.

NOT: Kamu malları da hizmet mallarını düzenliyor.

  • Mera, yaylak, kışlak , otlak harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadim kadim beri yararlandığı bölgelerle veya bilirkişi ve tanık beyanlarıyla ispat edilen orta malı niteliğindeki taşınmaz mallar sınırlandırılır !! Yüz ölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır. Bu sınırlandırma tescil niteliğinde olmadığı gibi özel kanunlar da yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla bunlar mülkiyete konu teşkil etmezler.
  • Devletin hüküm ve tasarrufunda olan altında olan dağlar, tepeler, kayalar ve bunlardan çıkan kaynaklar gibi tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ve deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir.
  • Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar özel kanun hükümlerine tabi olup kadastro esasları ayrıca düzenlenmiştir.

İDARENİN MALLARI:A-HİZMET MALLARI B- ORTA MALLAR C-SAHİPSİZ MALLAR (YERLER) D-ORMANLAR

DİKKAT(!) : Bir yer çalılık eğer kamu malıysa orta malı statüsünde oluyor tarıma açılamıyor.Özel mülkiyete konu değil!!! İSTEDİĞİ KADAR EKİP BİÇSİN!!!!

TOPRAK HUKUKUNUN NİTELİĞİ VE HANGİ HUKUK DALINA GİRDİĞİ
Toprak hukuku aslında özel hukuka yakın olmakla birlikte kendine özgü kuralları olan özel ve bağımsız nitelikte bir karma hukuk dalıdır. Toprak hukukunun bağımsız bir hukuk dalı olmasında en büyük etken bu alanın ayrı bağımsız olarak yasal düzenlemelere kavuşturulmasıdır. Bizim hukukumuzda bütün toprak hukukunu kapsayan temel bir yasa çıkartılmış değildir. Bu nedenle toprak hukukuna ilişkin düzenlemeler çeşitli yasalarda dağınık bir biçimde yer almıştır. 

TÜRK TOPRAK HUKUKUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ
Bu gelişimi iki bölümde incelemek mümkündür.
Cumhuriyet devrine kadar olan toprak hukukunu kapsar.
Cumhuriyet devrindeki yani günümüzdeki toprak hukukunu kapsar.

TOPRAK HUKUKUNUN CUMHURİYET DEVRİNE KADAR OLAN GELİŞİMİ
Genel açıklama: Bu dönem incelenirken çok eski devirlere değinmeden özellikle Selçuklu ve Osmanlı toplum düzenlerini toprak hukuku anlayışını ele almak yeterli olacaktır. Elbette Selçukluların Osmanlı toprak düzenine gelinceye kadar da Türklerde toprak mülkiyeti kabul edilmiştir. Özellikle toprakta özel mülkiyet yani fertlere tanınan mülkiyet başlangıçta soy sülale şeklinde bütün bir soya ait bulunmaktaydı. Zamanla bu anlayış yerini soy mülkiyeti yerine aile mülkiyeti yerine bırakmıştır. Daha sonraki devirlerde de aile mülkiyetinden ferdi yani özel mülkiyete geçilmiştir. Bireysel mülkiyet düzeniyle birlikte günümüz hukukunda da düzenlenen taşınmaz rehni ve tarımsal ürünü kirası gibi düzenlemeler o zamanda mevcut sayılmıştır. Toprak hukukunun cumhuriyet devrine kadar olan gelişimini 2’ye ayırarak incelemek mümkündür.

1- İlk olarak hicri 1274 miladi 1858 tarihli arazi kanunu kabul edilene kadar ki evreyi
2- İkinci olarak da arazi kanunun kabulünden cumhuriyete kadar olan evreyi incelemek gerekecektir.

ARAZİ KANUNUN KABULÜNE KADAR OLAN DEVREDE TOPRAK MÜLKİYETİ ANLAYIŞI
Kural olarak bu dönemde İslam mülkiyet anlayışı baskındı. Yinede özellikle Osmanlı döneminde Anadolu’nun yerel örf ve gelenekleri göz önünde tutularak örf-i bir toprak düzeni de oluşturulmaya başlanmıştır.
İslam hukuku taşınır mallarda olduğu gibi topraklar üzerinde de özel mülkiyet hakkını tanımıştır. Bu durum kuran da çeşitli ayetlerde yer almış olan hükümlerden de anlaşılmaktadır. Ancak kuranın anlayışına göre her şeyin gerçek sahibi Allah’tır. Kişiler ise mecazi anlamda malik olarak kabul edilmiştir. Bu anlayışta mülkiyet hakkı bu hakkı hak sahibine tanıdığı yetkiler bakımından tam mülkiyet ve eksik mülkiyet olmak üzere 2’ye ayrılmıştır.

TAM MÜLKİYETDenince bununla toprağın hem çıplak kuru mülkiyetini hem de kullanma ve yararlanma yetkisini içeren tasarruf hakkını anlamak gerekirdi. Tam mülkiyet hak sahibine 3 türlü yetki tanımıştır.
1) Kullanma ve yararlanma,
2) Elde bulundurma,
3) Rakabe kuru ve çıplak mülkiyet.
Burada sorun şurada ortaya çıkmaktadır yalnızca rakabe denilen kuru mülkiyet söz konusu ise malik sadece çıplak kuru mülkiyete sahip oluyor. Kullanma ve yararlanma yetkisine sahip olmuyordu. Keza bir menfaat mülkiyeti söz konusu oluyorsa o zamanda hak sahibinin kullanma ve yararlanma yetkisi oluyor. Fakat toprağın çıplak mülkiyetine sahip olmuyordu. Kısaca toprağın fiziki varlığına sahip olmuyor.

Menfaat mülkiyeti olsun ya da rakabe mülkiyeti olsun bu yetkilerin ikisi birden aynı kimsede toplanmadığı için burada eksik mülkiyet söz konusu olduğu kabul edilmiştir. Nitekim Osmanlı devlet düzeninde tarımsal toprakların büyük kısmını kara mülkiyeti yani rakabesi devlete aittir. Buna karşılık toprağı işleyen köylüler çiftçiler ise menfaat yani yararlanma mülkiyetine sahiptirler. Menfaat mülkiyetine sahip olan tasarruf hakkı sahiplerine mutasarrıf denilmektedir.
Böyle bir durumda yeni arazinin kuru mülkiyetinin (ragabesinin) devlette olduğunun kullanma haklarda ise fertlerde olduğu toprağamiri arazi denir.

ARAZİ KANUNUN KABULÜNE KADAR OLAN DÖNEMDE TOPRAK TÜRLERİ
Bu dönemde topraklar mülk topraklar ve mülk olmayan topraklar olmak üzere ikiye ayrılır.

MÜLK TOPRAKLAR
Kişilerin özel mülkiyetine tabi olan topraklardır. Bu topraktan hak sahibi hem rakabeye hem de menfaat mülkiyetine yani tasarruf yetkisine sahiptir. Bu tür toprağa malik dilediği gibi kullanabilir. Araziyi başkalarına devredebilir.(Satım, bağışlama, trampa) Rehnedebilir ve kiraya verebilirdi.

Mülk topraklar 3 ‘ e ayrılırdı.

i)Kentsel topraklar: Bunlar öncelikle şehir ve kasabalarda yer alan ve tarımsal topraklar dışında kalarak yerleşme barınma ve benzer amaçlara özgülenen topraklardır.

ii)Tarımsal mülk toplardır:Bu topraklarda kendi içinde 2’ye ayrılmaktaydı bu ayrım o topraklar üzerinde yaşayanların Müslüman olup olmamasına göre yapılan bir ayrımdır. Müslüman vatandaşların mülkiyetinde olan topraklara öşürlü topraklar denir. Bu toprakların ürünlerinden 1/10 oranında öşür vergisi alınmaktaydı. ÖŞR=ÖŞÜR=AŞAR. Ancak o zamanki anlayışla bu öşür vergi olarak kabul edilmeyip bir zekat olarak değerlendirilmekteydi. Müslüman olmayanların elindeki topraklardan haraç adı altında vergi alınıyordu. Bu topraklara haraçlı arazi deniyordu.

iii)Toprak imar, ihya edilerek canlandırılan ve tarıma elverişli hale getirilen topraklar: Kim bu toprağı ihya ederse mülkiyette kendisine geçmekteydi.

MÜLK OLMAYAN TOPRAKLAR (MEMLEKET TOPRAKLARI)
Bunlar aslında devletin hüküm ve tasarrufunda olan topraklardır. Ancak devlet kendisinin mülkiyet hakkını sınırlayarak rakabesini kendinde yararlanma ve kullanma hakkını da vatandaşlara da bırakmaktaydı. O zaman bu toprakları da 2’ye ayırarak bir kısmını İslam hukukuna göre kurulan vakıfların bunlara sahip olması nedeniyle vakıf topraklar diğerlerine de kamu malları niteliğinde olduğu için metruk topraklar denmiştir. Özellikle arazi kanunu yürürlüğe girene kadar Osmanlı toprak düzeni bu görünüme sahiptir.

ARAZİ KANUNUN GETİRDİĞİ TOPRAK MÜLKİYETİ SİSTEMİ:
Hicri 1274 miladi 1858 tarihinde Osmanlı toprak hukuku batılı anlamda ilk kez kodifiye edilmiştir. Bu kanunla dağınık durumdaki kurallar batı hukuk tekniğine uyularak belirli bir sistematik içerisinde toplanmıştır. Arazi kanununa kadar toprak hukuku özel hukukun istisnai kısmında yer alarak durumun gerekleri karşısında o zamanki genel hükümler dışında çoğu zaman örf ve âdete dayalı ve toprağa özgü kurallar manzumesi şeklinde var olmaktadır.

Günümüz toprak reformuna ilişkin yasalarla da bu özellik göze çarpmaktaydı. Arazi kanunu yürürlüğe girene kadar toprak hukukuna ilişkin eski kuralların esasları çeşitli zamanlarda Divanı Humayun defterlerine kaydedilen dağınık hükümlerde oluşmaktaydı. Bunlara dayanılarak şeyhulislamlar tarafından verilen fetvalar zamanın bilginleri tarafından derlenerek Kanunname adı altında özel olarak biçimlendirilmiştir. Bunların en meşhuru zamanın en ünlü şeyhülislam adıyla anılan Maruzatı Ebu Suud.
Tarihte de özellikle eski roma dan beri toprak hukuku ile ilgili kanunların genellikle şu 3 amaçla çıkartıldıkları gözlenmiştir.

i) Sahipsiz toprakların fertlere verilmesine ilişkin kanundur:Bunlarda başlıca amaç sahipsiz toprakların yalnızca güçlü ve zenginlerin eline geçmesini engellemek olmuştur.

ii) Eskiden bu yana sahip olunan toprakların tarımla uğraşan kimselere bölünmesini amaçlayan kanunlardır. Örneğin; Belirli bir ülkede her 50 yıl ya da 100 yılda bir arazilerin yeniden bölünmesini parçalanmasını sağlayan kanunlar gibi

iii) Derebeyliği yani feodal dönemlerden kalma bir takım vergilerin ve benzerlerin kaldırılması ile toprağın serbestçe kullanılmasını sağlamak amacı güden kanun:

Osmanlı toprak rejiminin günümüze dek etkisini sürdüren arazi kanunu kabul ettiği arazi rejimi toprakları 5 türe ayırmaktaydı: 1858 ‘den itibaren…..

1-MÜLK TOPRAKLAR
Kişilerin özel mülkiyetine tabi olan arazilerdir. Bu topraklar üzerinde hak sahibinin serbestçe yararlanma ve tasarruf etme yetkisinin bulunduğu görünmektedir. Malik topraklar üzerinde dilediği eylem ve işlemlerde bulunabilir. Arzu ederse bu toprakları hiçbir zaman kullanmayabilir.
Mülk araziyi miras yoluyla mirasçılar seçebilirdi. Miras yoluyla intikalde uygulanacak hükümler arazi kanununda değil o zaman ki genel hükümlere uygun olarak fıkıh (Feraiz) hükümlerine göre gerçekleşir.
Mülk arazilerin mülkiyet devirlerine serbestçe konu olabilirler. Bir arazi türü olmakla birlikte bunların satış ve mülkiyetlerinin devir Mecelle hükümlerine dahildir. Ve satış ve devir herhangi bir şekil biçim şartına da bağlanmamıştır.Bu tür arazinin devir ve temlik işlerine bakmak yetkisi şer’iye mahkemelerine aitti.

MÜLK ARAZİSİNİN ÇEŞİTLERİ:
i) Öncelikle eskiden beri var olan köy, kasaba ve şehir sınırları içerisinde bulunan topraklarla bu alana bitişik yerler bağ, bahçe gibi topraklardan oluşmaktaydı. Burada özellikle kadim köy, kasaba olgusu önem taşımaktaydı. Köy, kasaba sınırları yakınlarında bulunan yerlere oturmayı tamamlayan yerler adı verilmekteydi idi. Bunlar bağ ve bahçeler dışında kuyu kazarak su çıkarmak araba koymak araba çekmek odun kırmak odun koymak gibi amaçlarla kullanılan yerlerdir.

ii) Kamu menfaatinin ve zaruret gerektirdiği hallerde bedeli peşin alınarak miri araziden ifraz yani ayırma suretiyle çıkartılan topraklar. Miri araziden satış yapılarak ayırmada kamu yararının bulunması zorunlu olup özellikle satış bedelinin peşin alınması ve bu satışla devlet bütçesindeki açıkların kapatılması esastı.

!!!! Devlet miri arazi dışında diğer toprak türlerini yeni vakıf mevat ve metruk araziyi satarak devredemez !!!!

2) METRUK TOPRAKLAR
Sözlük anlamı terk edilmiş toprak demektir. Ancak burada metruk deyimi arazinin mülkiyetinin terk edilmesi anlamıyla değil o arazinin toplumun tamamının veya belirli kısmının ortak yararlanma ve kullanılmasına terk edilmesi anlamında kullanılmıştır. Günümüz hukukunda kamu malları olarak karşımıza çıkan arazi türlerinden biri olan orta mallarının kökeninde bu tür arazi yani metruk arazi varlık bulunmaktadır. Tanımında da anlaşılacağı gibi metruk arazi 2 türlüdür.

1-Araz-i Umumiye:
Herkesin yararlandığı yerler. Bunlar toplumun tamamının ortak yararlanmasına açık olan arazilerdir. Arazi kanunu bu yerleri yollar, meydanlar, pazarlar, panayır ve mezire yerleri gibi sıralamıştır.

2-Arazi-i Hususiye:
Bunlar toplumun belirli bir kısmının örneğin yalnızca bir köy halkının veya birkaç köy halkının birlikte yararlandığı yerlerdir. Örneğin: Mera, yaylak, otlak, kışlak ve hayvan yeri gibi…

METRUK TOPRAKLARIN ÖZELLİKLERİ:

  • Bu toprakların üzerinde hiç kimsenin özel mülkiyeti söz konusu değildir. Bunlar devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan topraklardır.
  • Bu topraklardan yalnızca tahsis özgüleme amacına uygun olarak yararlanmak mümkündür. Örneğin: Hiç kimse kamuya ait yolları işgal edip başka bir amaçla kullanamayacağı gibi köye tahsis edilen bir merada da ağaç dikip bina inşa etmesi mümkün değildir.
  • Bu arazilerde mülkiyet hakkı söz konusu olmadığı için bunların devredilmesi de mümkün olmayıp ayrıca bunların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılması da mümkün değildir.

3-MEVAT TOPRAKLAR:
Ölü topraklardır. Burada tarıma elverişli olmayan ve kimsenin mülkiyet ve tasarrufunda olmayan boş araziler ifade edilmiştir. Günümüz hukukunda kamu mallarını sayarken belirttiğimiz gibi sahipsiz yerler olarak anılan bağlar, tepeler, taşlıklar, buzular ve bunlardan çıkan kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufundadır. Bu topraklar kamunun ortak yararlanmasına örgütlenmemiş topraklardır. Arazi kanununa göre kamunun ortak yararlanmasına örgütlendirdiği için mezarlıklar da mevat arazi dışında kalmıştır.

MEVAT TOPRAKLARIN ÖZELLİKLERİ:

  • Bir arazinin mevat arazi sayılabilmesi için onun köy ve kasaba dışında yer alması ve belirli bir uzaklıkta bulunması gerekir.Arazi kanununa göre bu uzaklık gür sesli bir insanın bağırdığı zaman sesinin işitebileceği son noktadan başlamaktaydı. Tahmini olarak yürüyerek yarım saatlik bir mesafeyi içermekteydi.

Niçin bu esas benimsenmişti? Çünkü arazi kanunu bu uzaklığı köy ve kasabaların genişlemesi durumunu benimsemiş idi.

  • Bu arazinin tarıma elverişli olmamasıydı.Nitekim mevat arazi dolayısıyla arazi kanunu ihya kurumunu benimseyerek bu toprakların tarıma elverişli hale getirerek kabul etmiştir.

O halde mevat arazinin önemi kendisini ihya kurumunda göstermiştir.
Yasaya göre bu gibi araziyi şartlarına uygun biçimde tarıma elverişli hale getirenler bu toprağın yararlanma tasarruf hakkına sahip olmaktaydı. Demek ki kuru mülkiyet (rakabe) devlete ait olmaktaydı. Bugünkü hukukumuzda ihya kurumu belirli şartlarla kadastro kanunu 0 da düzenlenmiş olup sahipsiz yerleri canlandıran kimselere o arazinin yalnızca tasarruf hakkını değil tam bir mülkiyet hakkını kazanma imkânı getirilmiştir. MK’nın benimsediği esasa uygun bir biçimde olağan üstü kazandırıcı zamanaşımı şartları gerçekleştiği bu yani o arazi üzerinde 20 yıl boyunca kesintisiz ve davasız zilyet olunarak arazi ekilip dikildiği takdirde arazinin mülkiyeti olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı şartlarının gerçekleştiği anda kazanılmaktadır. Böylelikle daha önce devletin hükümetin tasarrufunda olan bu topraklar ihya kurumu sayesinde özel mülkiyete konu olmaktadır. Aslında yine MK’nun ilgili düzenlemesine göre sahipsiz yerler devletin hüküm ve tasarrufunda olup bunların özel mülkiyete konu olmaları mümkün değildir. İhya ise bu temel kuralın önemli bir ayrığıdır. Bir istisnasıdır.

4-MİRİ TOPRAKLAR
Arazi kanununda ki miri toprak kanununa geçmeden önce genel olarak toprak hukuku alanında karşımıza çıkan üst mülkiyet ve alt mülkiyet kavramlarını hatırlamakta yarar vardır. Bu ayrıma özellikle orta çağdan itibaren batıda yer verilmeye başlanmıştır. O çağda feodal düzenin etkisiyle derebeylerin beyliklerindeki topraklar bir üst mülkiyet olduğu kabul ediliyordu. Toprağı işleyen köylülerin yani selflerin ise bir alt mülkiyet yani yararlanma mülkiyeti olduğu kabul ediliyor. Biz de arazi kanununda da durum bu merkezdeydi. Anadolu ve rumelide ki ziraat yeni tarım toprakları arazi-i emiriye (miri arazi) türünden sayılmaktadır. Bu toprak çeşidi gerçekte devleti temsil eden hükümdarın toprakları demektir. Ve bunlar zamanın şehir ver kasabaların dışında kalan topraklardır. Bu toprakların kuru mülkiyeti devlette alıkoyuyor. Toprağı işleyen köylülere tefviz akdi denilen bir sözleşmeyle toprağın yararlanma hakkı tasarruf hakkı veriliyordu.

Arazi kanunu bu tür araziyi şu şekilde tanımlamıştır. Miri arazi: Kuru mülkiyet devlete ait olmak üzere yararlanma hakkı devletçe yetkili kılınan kimseler tarafından belirli bir bedel karşılığında özel kişilere tefviz edilen tarla çayır yaylak kışlak otlak koruluk gibi topraklardır.

MİRİ ARZİNİN UNSURLARI:

  • Miri arazi bir tarım toprağıdır. Miri arazinin tanımında ekip biçilen tarlalar dışında mera yaylak kışlaktan söz edilmesi bizi yanıltmamalıdır.Zira buradan kast edilen arazi kanununa göre metruk arazi sayılarak belirli bir köy ya da kasaba halkının ortak kullanımına bırakılmış yerler değillerdir. Bunlar üzerinde tarım yapılması elverişli olan ve bu sebeple tasarruf hakkı fertlere bırakılan yerlerdendir.

Keza tarıma elverişli olmayan topraklarda miri arazi sayılmamıştır. Bu araziler imar ve ihya yoluyla canlandırıldıkları ölçüde miri arazi niteliği kazanmaktadırlar.

  • Bu toprağın kuru mülkiyeti devlete aittir.
  • Toprağın tasarruf yani kullanma ve yararlanma hakkı devlet tarafından bir şahsa tefviz edilmelidir. Burada köylüye çiftçiye bırakılacak yani tefviz edilecek olan hak hiçbir zaman rakabenin tefvizi olmayıp yalnızca miri arazinin yararlanma hakkıdır.

+ (SORABİLİR !!) + MİRİ ARAZİNİN OLUŞUM ŞEKİLLERİ:

  • Bir savaş ya da barış yoluyla elde edilen kazanılan toprakların devlet hazinesine bırakılması.
  • Mülk toprakların miras yoluyla devlete intikal edilmesi. Burada özellikle mirasçı bırakmaksızın ölen bir kimsenin mallarının devlete kalması söz konusu olur. Günümüzde de MK’nun sisteminde de mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin malları devlete kalmaktadır.
  • Devletin zamanaşımıyla kazandığı topraklar. Özellikle maliki bilinmeyen topraklar 20 ya da 30 yılın geçmesi üzerine devlet tarafından kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazandırılır.
  • İhya edilen ölü topraklar. Mevat arazi ihya edildiği takdir de canlandıran kimse bu toprak üzerindeki yararlanma hakkını kazandığı için mevat arazi miri arazi halini alır. Oysa günümüzde ölü toprağı canlandıran kimse kazandırıcı zamanaşımının koşulları gerçekleştiği anda bu toprağın mülkiyet hakkını kazanmaktadır.

MİRİ ARAZİNİN TEFVİZ YÖNTEMİ
Tefviz bir hukuksal işlem bir sözleşme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sözleşme ile devlet toprağın yararlanma hakkını devretmesine karşılık sözleşmenin diğer tarafının bu toprağı işlemek ve buna karşılık devlete belirli bir bedel ödemek zorundaydı. Demek ki toprağı işlemek yani üzerinde tarım yapmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Tasarruf hakkı sahibi köylü çiftçi ki biz bunlara genel olarak mutasarrıf diyoruz. Ard arda 3 yıl boyunca özürsüz ve mazeretsiz olarak bu toprağı ekip biçmekten kaçınırsa toprak kendisinden alınarak yeni bir tefviz hakkı elinden alınmaktaydı.

2. yükümlülük bedel ödeme ile ilgilidir. Mutasarrıf topraktan yararlanma hakkına karşılık bir bedel ödemek zorundaydı. Bu bedel iki biçimde elde edilmekteydi. Birincisi o toprağın bedelinle yakın peşin bir bedel olarak alınırdı. Peşin ödenen bedele icare-i muaccele denirdi. (Peşin alınan bedel)

2.si de toprağın getirisi olan ürün üzerinden her yıl alınan bir başka bedelde bulunulmaktaydı ki buna da icare-i müeccele (ertelenmiş bedel) = öşr = aşar adı verilmekteydi.

Bu bedel yıllık ürünün 1/10’nu ifade ederdi. Tefviz akdiyle birlikte devlet tarafından mutasarrıflara bu haklarını gösterir. Bir belge ( tapu senedi ) verilirdi. Özellikle imparatorluğun son dönemlerinde tapu memurları devleti temsil görevi üstlenerek bu gibi belgeleri mutasarrıflara vermeye yetkili kılınmışlardır.

Tefviz akdinin hukuksal niteliği öğreti de tartışma konusu olmuştur.

Tefviz akdinin hukuki niteliği öğretide tartışma konusu olmuştur.

+ Özellikle zamanın hukukçuları bu sözleşmeyi bir kira niteliği görmüşler ve elde edilen ürün üzerinden alınan bir bedel söz konusu olduğu içinde bunu ürün ya da hâsılat kirası olarak kabul etmişlerdir.

+ Diğer bir görüş tefviz işleminde mutasarrıfın hakkını kullanma hakkı sahibi olduğundan yola çıkarak bir intifa hakkı olarak nitelendirmiştir.

Nihayet son bir görüş buradaki tasarruf hakkını mülkiyet hakkı olarak nitelendirmiştir. Burada en doğru çözüm toprağı işleyen kimsenin sahip olduğu tasarruf hakkının eski hukuk bakımından kendine özgü bir hak ( sui generius )niteliğinde olduğunu kabul etmektir.

Miri arazi düzeninden günümüz modern hukukuna gelindiğinde ise artık bu tasarruf hakkının mülkiyet hakkına dönüştüğünün kabulüdür. Çünkü 1926 tarihli yani MK’nın kabulü ile birlikte arazi kanunun kabul ettiği bir tür olan miri arazi rejiminin devamına imkân kalmamıştır. Bu toprakları işleyen kimselerin sahip oldukları tasarruf haklarının bugünkü hukuk açısından mülkiyet hakkı olarak değerlendirilmesi şu düşünceye dayanmaktadır. Bu hak eski hukukta yalnızca bir intifa hakkı görünümüne bürünmüş değildir.

İlk gerekçe olarak; mutasarrıf yararlanma yetkisini ferağ suretiyle yani başkası lehine tapuda vazgeçmek ve terk etmek suretiyle bir başka kimseye bırakabilirdi. Burada yalnızca ferağ işlemine devletin izin vermesi gerekirdi. Ferağ karşılıklı olabildiği gibi karşılıksızda olabilirdi.

İkinci gerekçe olarak; miri toprak mutasarrıfın ölümü halinde geride kalan mirasçılara intikal ederdi. Buradaki intikal feraiz yani İslam hukuku kurallarına göre değil örf-i hukuka bağlı olarak özel bir intikal rejimi çerçevesinde mirasçılara geçerdi. Örnek; Bu gibi arazide kız ve erkek çocuklara İslam hukukunun benimsediği gibi ikili bir paylaştırma değil kız ve erkek çocuklara eşit pay verilmesine dayalı bir sistem geçerliydi. Demek ki modern hukuka geldiğimiz zaman tasarruf hakkı diyince mülkiyet hakkı aklımıza geliyor.

MİRİ ARAZİ BAĞLAMINDA ARAZİ KANUNU YÜRÜLÜKTE OLUP OLMADIĞININ BELİRLENMESİ SORUNU
Bu sorun 1926 tarihinde MK’nun yürürlüğe girdiğinden bu yana tartışmalı olmuş bir konudur. Yeni hukuk bakımından bu konuda özellikle iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır.

1.Görüş: Miri arazi rejiminin bugünde yürürlükte olduğunu kabul ederken diğer görüş 1926 tarihli MK’nın kabulüyle birlikte bu tür arazinin ortadan kalktığını kabul etmektedir. Bizim katıldığımız ve öğreti de çoğunlukta olan düşünce miri arazi rejiminin yürürlükten kalktığı merkezinde olan görüştür. Çünkü yeni MK’nın taşınmaz mülkiyetine ilişkin kuralları karşısında miri arazi sisteminin uygulama alanı bulabilmesi söz konusu olmamaktadır.

Nitekim daha öncede belirttiğimiz gibi miri arazi üzerinde tasarruf hakkına sahip olan kimse bu hakkının başkasına devredebileceği gibi.Ölümü halinde de bu hak mirasçılarına intikal etmekteydi.Bu nedenle Mk2nın sistemi içerisinde devletin bu topraklar üzerinde hala kuru mülkiyet sahibini olduğunu ve mutasarrıflarında yalnızca intifa hakkı sahibi olduklarını kabule imkan kalmamıştır.MK’nın arazi kanunun miri arazi düzenine ilişkin hükümlerini yürürlükten kaldırdığını açıkca belirtmesi de bu konuda varılan çözümü değiştirmemizi gerektirmeyecektir.Bu noktada zımni yani örtülü ilganın söz konusu olduğu kabul edilmelidir.

Şunu da ekleyelim ki devletin sahip olduğu kuru mülkiyet hakkının ortadan kalkmış olması miri araziyi bugün günümüzde devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan kamu malları alanında sayılmadığı için devletin sahip olduğu arazilerin elinden alınması gibi sonuçta söz konusu olamaz. Çünkü miri arazideki topraklar esasen bir kamu hizmetine örgütlenmiş ya da kamunun ortak yararlanmasına bırakılmış topraklardan olmayıp buna tarımla uğraşan Osmanlı tebasına bırakılmış tarımsal arazilerdir. Kısaca miri arazi özel mülkiyete konu olan arazi olarak nitelendirilmelidir. Yoksa kamu malları alanına giren bir arazi türü değildir.

Daha Fazla Göster

Avukat İsmail Gürses

Gürses Hukuk Bürosu kurucu Avukat İsmail GÜRSES ile ekibi; hukuki süreçte başarılı bir şekilde çalışma yürütmekte, müvekkillerin davaları konusunda etkin çözüm yollarıyla hareket ederek kurumsal bir şekilde danışmanlık ve avukatlık hizmeti sunmaktadır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
×