Emsal Yargıtay KararlarıGüncel Makaleler

Deprem Zamanaşımı – Binanın Müteahhidi ve İnşaatın Fenni Sorumlusu

Depremin inzimam eden etkisiyle Sanat ve meslekte deneyimsizlik veya nizam, emir ve kurallara riayetsizlik sonucu, umumi bir tehlike yaratan tahribat ve musibete neden olan sanıkların eylemi TCY.nın 383. maddesindeki suçu oluşturur. Maddenin birinci fıkrasında öngörülen suçta dava zamanaşımı, tahribat ve musibetin gerçekleşmesi, 2. fıkrasında ki suçta ise yaralanma ve ölüm anından itibaren işlemeye başlar.

T.C YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 2002/ 9-314
Karar: 2003 / 15

Karar Tarihi: 04.03.2003

(765 S. K. m. 383, 102, 522, 455) (5237 S. K. m. 171, 66, 145, 85)

Taksirle genel tehlike yaratacak biçimde tahribat ve musibete ve birden çok kişinin ölümüne neden olmak suçundan sanıklar Muammer ile Ahmet haklarındaki davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına dair (Kocaeli ikinci Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 16.7.2001 gün ve 334/271 sayılı hüküm katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesince 12.11.2001 gün ve 2534-2776 sayı ile;

“Sanıkların üzerlerine atılı TCK.nun 383. maddesinde belirtilen suçta, umumi tehlike yaratan tahribat ve musibet halinin oluştuğu an suç tarihidir. Tahribat ve musibet yapının yıkılması olup, tahribat ve musibetin kendisi olmayan fakat etkenlerinden biri olan depremin meydana gelmesi ile yapının yıkılması aynı tarihe tekabül ettiğinden, suç tarihi binanın yıkıldığı 17.8.1999 tarihi olup, zamanaşımı süresinin bu tarihten itibaren başlaması gerekeceği gözetilmeden, davaya devamlı esas hakkında bir karar verilmesi yerine yazılı düşüncelerle kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına hükmedilmesi,” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme 30.9.2002 gün ve 6-208 sayı ile; “TCK.nun 383. maddesinin birinci fıkrasında tarifi bulunan suç tehlike suçudur. Tehlike suçlan tehlikenin doğduğu tarihte işlenmiş sayılır. Sanıkların Deprem yönetmeliğine uygun olmayan mimari proje, statik hesaplar ve betonarme projesine göre inşa ettikleri binayı kullanıma açtıkları tarih tehlikenin doğduğu tarih olup, dosyadaki yapı kullanma izni belgesi içeriğine göre bu tarihin 1988 ve 1989 tarihleri olduğu saptanmıştır.

iddianamedeki tarih ise 1.2.2000 tarihidir. Sanıkların suçlarının temas ettiği TCK.nun 383. maddesindeki azami ceza miktarına ve suç tarihine göre kamu davasının yasanın öngördüğü 5 yıllık dava zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığı anlaşıldığından, sanıklar hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması gerekmiştir.” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de katılanlar Asuman ve Necdet vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” isteyen 13.12.2002 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Gölcük, Değirmendere, Yüzbaşılar Mahallesinde kain, bodrum ve zemin dahil 7 katlı bir bina olan Yasemin Apartmanının ilk katlarının 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Gölcük Depremi sırasında yıkılması sonucu, binada bulunan sekiz kişi göçük altında kalarak hayatını kaybetmiş, binanın müteahhidi olan sanık Muammer ile inşaatın fenni sorumlusu olan sanık Ahmet haklarında, binanın yapımında kusurlu davrandıkları iddiası ve TCY.nın 455. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmıştır.

Gölcük Asliye Ceza Mahkemesince, eylemin TCY.’nın 383. maddesinde tanımlanan taksirle tehlikeye ve ölüme neden olma suçunu oluşturacağı belirtilerek görevsizlik kararı verilmesi üzerine, kanıtları toplayıp yargılamayı sürdüren görevli Kocaeli ikinci Ağır Ceza Mahkemesi; eylemin TCY.nın 383/2. maddesindeki suçu oluşturduğunu kabul ederek, bu suçun tehlikenin doğduğu tarihte işlenmiş sayılacağını, sanıkların kusurlu inşa ettikleri bina için 1988 ve 1989 yıllarında yapı kullanma izin belgeleri aldıklarını, tehlikenin de bu tarihte doğduğunu, dolayısıyla binanın kullanıma açıldığı tarihin suç tarihi olarak kabul edilmesi gerektiğini, kamu davasının ise yapı kullanma izin belgelerinin alındığı tarihten itibaren işlemeye başlayan 5 yıllık dava zamanaşımı süresinin geçmesinden sonra açıldığını belirterek, davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir.

Hükmü temyizen inceleyen Özel Daire ise, TCY.’nın 383. maddesinde belirtilen suçun tahribat ve musibet halinin oluştuğu anda işlenmiş sayılacağını, tahribat ve musibetin ise yapının yıkılması olduğunu belirterek, dava zamanaşımının, suç tarihi olan binanın yıkıldığı 17.8.1999 tarihinden başlaması gerektiği, sürenin henüz dolmadığı gerekçesiyle hükmü bozmuş, Yerel Mahkeme önceki hükmünde direnmiştir.

Görüleceği üzere Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, TCY.’nın 383. maddesine temas eden suç yönünden dava zamanaşımının hangi tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, dolayısıyla somut olayda dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığının belirlenmesi hususuna ilişkindir.

Uyuşmazlık konusu sorunun sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, depremin de etkisinin olduğu yıkımda sonuca etkili derecede kusurlu eylemi bulunduğu iddia olunan sanıkların ceza hukuku yönünden doğacak sorumluluklarının ortaya konulabilmesi bakımından TCY.’nın 383, 455, 459 ile 552. maddelerinde tanımlanan suç kalıpları incelenmeli, suça ilişkin nitelendirme yapıldıktan sonra bu suç için yasada öngörülen dava zamanaşımının başlangıç tarihi saptanıp, somut olayda dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenmelidir.

Kamunun selametine karşı işlenen suçlardan olan TCY.’nın 383. maddesinin 1. fıkrasında “tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya sanat ve meslekte tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak umumi bir tehlikeyi mutazammın tahribata ve musibetlere….” neden olma, 2. fıkrasında bu halde bir kişinin hayati tehlike geçirmesi ve ölmesi halleri; TCY.’nın 455 ve 459. maddelerinde “tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat ve evamir ve talimata riayetsizlik ile şahısların ölüm veya yaralanmalarına neden olma; TCY.’nın 552. maddesinde ise “planını tanzimde veya inşasında iştirak etmiş olduğu bir binanın kendi dikkatsizliği veya maharetsizliği neticesi olarak başkalarına tehlike vermeksizin yıkılması” düzenlenmektedir. Anılan maddelerdeki düzenlemeler birlikte ele alındığında aralarında, unsurları, korudukları hukuki yaralar, suçların tamamlanma anı, cürüm veya kabahat nev’inden olmaları ve yaptırımları gibi hususlarda farklılıklar bulunduğu görülmektedir.

Türk Ceza Yasasının ikinci Kitabının Yedinci Babında “Ammenin Selameti Aleyhinde Cürümler”, bu Babın birinci Faslında ise, “Yangın, Su Baskını ve Gark ve Sair Büyük Tehlikelere Müteallik Cürümler” düzenlenmiştir.

Bu fasılda yer alan TCY.’nın 383. maddesinde; “Bir kimse tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya sanat ve meslekte tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak bir yangına veya infilaka veya batmağa ve deniz kazasına veya umumi bir tehlikeyi mutazammın tahribata ve musibetlere sebebiyet verirse otuz aya kadar hapse ve yüz liraya kadar ağır cezayi nakdiye mahkum olur.

Eğer bu fiilden bir şahsın hayatınca tehlike hasıl olursa altı aydan beş seneye kadar hapse ve elli liradan yüz liraya kadar ağır cezayi nakdiye ve bundan ölüm vukua gelirse beş seneden fazla olmamak üzere ağır hapse ve yüz liradan beş yüz liraya kadar ağır cezayi nakdiye mahkum olur.” denilmektedir.

Maddenin birinci fıkrasında, kusurlu bir hareket sonucu, “yangına”, “patlamaya”, “batmaya”, “deniz kazasına” veya “genel tehlike yaratan yıkım ve musibetlere” neden olma halleri suç sayılıp yasaklanmıştır. Doğacak tehlike ile kamu esenliği ihlal edileceğinden, suçla korunmak istenen hukuki yarar “kamu esenliğedir.

Kamunun esenliği ise, toplum halinde yaşayan kişilerin, bu hayat biçimlerini korkusuzca ve özel bir korunmaya ihtiyaç duymaksızın sürdürebilmeleri anlamına gelir. Başka bir ifade ile, belli kişilere değil, belirsiz sayıdaki kişilere yönelen, onların hayatlarını; vücut tanrılıklarını, hürriyetlerini veya sağlıklarını büyük tehlikeye sokarak ortak ve genel bir tehlike tehdidi-oluşturan eylemler bu esenliği zedelerler. Öte yandan, büyük çapta eşyanın korunması dahi kamunun esenliği kavramına dahildir/Belirli bir veya birkaç mala yönelik olmayan, hatta kişilerin hayatı, vücut tanrılığı, güvenliği ve sağlığı bakımından yakın bir tehlike oluşturmayan, buna karşılık eşyaya büyük çapta zarar veren ya da böyle bir zarar tehlikesini doğuran eylemler de kamu esenliği kavramına girer. (Erman-Özek, Kamunun Selametine Karşı işlenen Suçlar, ist. 1995, s. 1 v.d.) Görüleceği üzere, Yasamızın kabul ettiği sistemin ana unsuru, kamunun esenliğine karşı işlendiği kabul edilen eylemlerin belirgin olmayan kişi veya mallara yönelik olmasıdır.

Suçun maddi unsuru ise, taksirli bir davranış sonucu; “yangına”, “patlamaya”, “Batmaya”, “deniz kazmasına” veya “genel tehlike yaratan yıkıma ve musibete” yol açmaktır. Maddede gösterilen sonuçlardan birine taksirle neden olmakla suçun maddi unsuru gerçekleşmiş olur.

TCY.’nın 383. maddesinde yazılı suçta, “genel tehlikenin” meydana gelmiş olması, bu suç için zorunlu ön koşuldur. (Prof. Dr. Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler, Ankara 1993, Cilt 2, s.1764) Bu nedenle, suçun oluşması için yalnız tehlikenin varlığı yeterli olmayıp zararlı sonucun da gerçekleşmiş olması gerekir. (Erman-Özek, ağ, s.102.)

Ceza Yasamızın 383. maddesine karşılık gelen kaynak İtalyan Ceza Yasasının 311. maddesinde bulunan, binaların yıkılması, çökmesini ifade eden (Rovina) kavramı 383. maddeye alınmamıştır. Ancak öğreti ve uygulamada, TCY.’nın cürme ilişkin 383. maddesindeki “umumi tehlikeyi mutazammın tahribat ve musibet” kavramının, bina yıkılmasını (çökmesini) kapsamına aldığı kabul edilmektedir. (Prof. Dr. Faruk Erem, age, s. 1766, Doç. Dr. Ali Rıza Çınar, Türk Ceza Yasasının 383. Maddesinin, Depremin etkisiyle Yapılan Çökmesi ve Yıkılmasıyla ilgili Olarak incelenmesi, İzmir Barosu Dergisi, 2001 Nisan, s. 88, 2. C.D.nin 21.3.2001, 7015/4778, 1.3.2001, 3606/4777 ve 9. C.D.nin 20.11.2001, 2501/2957 sayılı kararları) Öte yandan, Ceza Yasamızın kabahatlerle ilgili Üçüncü Kitabında yer alan 552. maddede, yapı yıkılmalarına ilişkin bir başka hüküm bulunmaktadır.

Bina yıkılmasının, TCY.’nın 383. maddesinde yazılı suçu oluşturabilmesi için, bir musibet, bir felaket sayılabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Bu da, binanın yıkılması sonucu, mal ya da kişilere yönelik tehlikeden dolayı kamu esenliğinin derin ve yaygın şekilde sarsılmış olması ile mümkündür. Kaynak yasayı yorumlayanlar da, taksirin cezalandırılabilmesi için yapının yıkılmasının bir musibet, bir felaket niteliğinde olması gerektiğini açıkça vurgulamışlardır. (Doç. Dr. Ali Rıza Çınar, age, s.89) Yine 383. maddedeki suçun oluşması bakımından, tahribat ve musibetle oluşan genel tehlikenin fiilen gerçekleşmesi yeterlidir. Yıkılma (çökme) halinin derecesi, yapının bütünüyle yıkılmaması, tehlikenin boyutu gibi hususlar suçun oluşumuna etki etmeyip, TCY.’nın 413. maddesinin uygulanmasıyla ilgilidir. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Ceza Yasamızın 383. ve 552. maddelerindeki iki farklı suçun temel ayırıcı ölçüsü şudur. Yapının yıkılması (çökmesi) sonucu tehlike fiilen gerçekleşmişse eylem cürüm, bina başkasına tehlike vermeksizin yıkılmışsa kabahati oluşturacaktır.

Genel tehlike halinin varlığını belirlenmesi yönünden ise hakim, objektif kriterleri ve toplumun yaşam biçim ve kuralları ile oluşan yapısını dikkate almalıdır. Sayısı tahmin edilemeyen, bir yer veya bölgede bulunması muhtemel belirsiz bir insan topluluğunu veya kişileri hedef alan tehlike, genel bir tehlikedir. Burada zarar görenlerin belirli olup olmamaları önemli olmayıp, tehlikenin kapsamında bulunan kişilerin belirli olmamaları gerekir. Yine bu kişilerin yapının içinde veya dışında olmaları da sonuca etkili değildir. Zira yapının yıkılma anının bilinemez oluşu, tehlike kapsamında bulunanların da belirsizliğine neden olmaktadır. Bu nedenle, bir yapının yıkılması olayında, kentleşme koşulları da gözönünde tutulmalı, yapının başka yapıları etki alanına alması, insanların ortak kullanımına ait cadde, sokak, kaldırım gibi ortak sahaları etkilemesi, fazla sayıda bağımsız bölümden meydana gelen yapılarda ise yararlananların çokluğu, bu tür yapılarda gerek mülkiyet gerekse diğer nedenlerle kişilerin ve yapının kullanım şeklinin zaman içinde sürekli olarak değişkenlik göstermesi gibi olgular ile yapının kullanım şekli, niteliği, konumu, tahsis edildiği amaç gibi unsurların her somut olayda irdelenmesi gereklidir.

383. maddedeki suçun manevi öğesi taksir olup, bütün koşulları ile mevcut bulunmalıdır. Ceza Yasamızın taksirli suçlarda benimsediği taksir şekilleri bu suçta da yer almıştır. Eylemde dört taksir şekli öngörülmektedir. Bunlar; tedbirsizlik, dikkatsizlik, sanatta ve meslekte tecrübesizlik, nizamlara, emirlere ve kaidelere uymama halleridir. Bu dört taksir biçiminden herhangi birinin eylemde bulunması, suçun taksirle işlenmiş sayılması için yeterlidir.

Her taksirli cürümde olduğu gibi, taksirle tehlikeye neden olma suçundan da taksirin bulunduğunun kabulü için dört koşul aranmalıdır. Birinci koşul, failin, büyük bir tehlikeyi meydana getiren bir hareketi bilerek ve isteyerek yapmış olması, başka deyişle eylemin iradi olmasıdır, ikinci koşul, sonucun öngörülebilir olması, üçüncü koşul, failin sonucu istememiş bulunması, nihayet dördüncü koşul ise, failin hareketi ile gerçekleşen tehlike arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Örneğin; depremin inzimam eden etkisiyle yapının yıkılması ya da çökmesi, failin yapıyı yaparken deprem yönetmeliğinde öngörülen kurallara uymamasından, eksik veya uygun olmayan malzeme kullanılmasından kaynaklanmalıdır. Görüleceği üzere bu durumda deprem TCY.’nın 383/1. maddesinde yazılı genel bir tehlikeyi doğuran tahribata tek başına neden olmayıp, bu sonucu doğuran nedenlerin tetikleyicisi, harekete geçiricisidir. Tahribatın ve özellikle de bu yıkımın genel tehlikeyi doğuracak hale dönüşmesinin asıl nedeni, bina yapımında emir ve kaidelere uymamaktır. An çak sonuç depremin inzimam eden etkisi ve bununla yarışan sanık kusuru ile meydana gelmektedir. Harici bir etken olan depremin illiyet bağını kesecek derecede kaçınılmaz sayılıp ceza sorumluluğunu bertaraf edebilmesi için, insan faktörünün oluşan zararlı sonucu etkilememesi, başka bir deyişle yapının hukuki ve teknik kurallara uygun olarak yapılması, şayet yapıda sonradan değişiklik gerçekleştirilmişse, bunların statik değerlere aykırı ve esaslı müdahale niteliğinde bulunmaması gereklidir.

Öte yandan, TCY.’nın 383. maddesinin ikinci fıkrasında, sonucun ağırlığına bağlı olarak iki ağırlatıcı neden öngörülmektedir. Buna göre; Eğer bu fiilden bir şahsın hayatınca tehlike hasıl olursa …” ceza arttırılacaktır. Diğer ağırlatıcı neden ise, bu fıkranın ikinci cümlesinde yer alan “bundan ölüm vukua” gelmesi halidir. Şayet ölüm meydana gelmişse, ceza daha da arttırılacaktır. Bu fıkrada öngörülen ağırlatıcı nedenin uygulanabilmesi için, maddenin birinci fıkrasındaki suç, kamu esenliğini ihlal ettiğinden, bu bizatihi suç oluşturan, “genel tehlike yaratan yıkım ve musibetin” sonucu, yaşam hakkı ihlal edilmiş olmalıdır. Başka bir deyişle, kamu esenliğini ihlal eden olay sonucu, hayati tehlike ya da ölüm halinde bu fıkra uygulanacak, eğer kamu esenliği ihlal edilmeden ölüm veya hayati tehlike meydana gelmişse, o takdirde TCY.’nın 455 ya da 459. maddelerinden biri uygulanacaktır. Görülüyor ki, TCY.’nın 383. maddesinin ikinci fıkrasındaki suç tipinde, kamu esenliğini ihlal eden bir tehlike ve bir kimsenin ölümü yahut hayati tehlike geçirmesi olmak üzere iki sonuç öngörülmektedir. Öncelikle, kamu esenliğini ihlal eden bir tehlike fiilen gerçekleşmelidir, ikincisi ise, kamu esenliğini ihlal eden tehlike sonucu ölümün ya da hayati tehlikenin doğmuş olması gerekir. Örneğin, genel tehlike yaratacak biçimde binanın yıkılması veya çökmesi, hayati tehlike ya da ölüme yol açmalıdır. Ancak, bir kişinin hayati tehlike geçirmesi ya da ölmesi, TCY.’nın 383. maddenin birinci fıkrasında yazılı suçun nitelikli biçimi olduğundan, TCY.’nın 78. maddesi uyarınca, failin, ayrıca taksirle ölüme ya da hayati tehlike geçirecek biçimde yaralanmaya neden olma Suçundan TCY.’nın 455 veya 459. maddeleri ile cezalandırılması söz konusu değildir.

TCY.’nın 455 ve 459. maddelerinde korunan hukuki değer ise, kişilerin yaşamları ve vücut bütünlükleridir. 383. maddeden farklı olarak bu maddelerdeki suçların oluşabilmesi için kişilerin vücut bütünlüklerinin ihlal edilmiş olması zorunlu ve yeterli öğe olup, burada umuma yönelik tehlike hali aranmaz ve belirli kişi veya kişilerin, ölüm veya cismani zarara uğramaları hali cezalandırılır.

Yine, TCY.’nın 455 ve 459. maddelerinde yazılı suçların failleri, ölüm ve yaralanmalarda kusurlu davranışları bulunanlar olup, kusurları oranında sorumlu kılınıp cezalandırıldıkları halde, 333. maddesindeki suçun faili, genel tehlikeyi içeren yıkım ve musibete veya maddede belirtilen diğer hallere taksirle neden olan kimse ya da kimseler olup, kusur derecesinin az veya çok olması suçun oluşumu ve cezalandırma yönünden etkili değildir.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı ve Yargıtay içtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 9.4.1947 gün ve 4-11 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, TCY.’nın 383 ve 389. maddeleri, aynı Yasanın 455 ve 459. maddelerine göre özel halleri düzenlemektedir. Bu nedenle, taksirle oluşan ve genel tehlike yaratarak kamunun esenliğini ihlal eden yapı yıkılması sonucu ölüm veya yaralanma meydana gelmesi halinde, eylemin somut olayda olduğu üzere TCY.’nın 383. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, TCY.’nın 103. maddesine göre, tamamlanmış suçlarda dava zamanaşımı süresi eylemin vuku gününden itibaren başlar. Suç her zaman bir anda meydana gelmez. Maddi unsurun parçalarını meydana getiren hareket ile sonuç arasında az veya çok uzun bir zaman geçmiş olabilir. Hatta hareket ve sonuç ayrı ayrı yerlerde gerçekleşmiş de olabilir. (Dönmezer-Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 14. Bası, Cilt 1, s.223) Neticesi harekete bitişik suçlarda, ihlali belirten hareket yapılır yapılmaz suç da tamam olmuştur; bu itibarla suç hareketin yapıldığı yer ve zamanda işlenmiştir, zamanaşımı o andan itibaren işlemeye başlamıştır. Neticesi hareketten ayrı olan suçlarda ise, suçun tamam olması için ihlali belirten hareketten başka kanuni tarifte yer alan neticenin de gerçekleşmesi lazımdır; böylece suç, bu neticenin gerçekleştiği yer ve zamanda işlenmiştir, zamanaşımı da o andan itibaren işlemeye başlamıştır. (Dönmezer-Erman, age, s. 384)

TCY.’nın 383. maddesinin birinci fıkrasında yazılı, neticesi hareketten ayrı ve seçimlik suçlardan olan genel bir tehlikeyi içerecek biçimde tahribat ve musibete neden olma suçunun gerçekleşme anı, sonucun yani tahribat ve musibetin gerçekleştiği andır, başka bir deyişle, yapının genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılması halinde, yapının yıkıldığı andır. Bu nedenle suç tarihi de yıkılma (göçme-çökme) anıdır, ikinci fıkrada yazılı suç ise, genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılan binanın, yasada öngörülen yaralanma ya da ölüm sonucuna yol açtığı anda işlenmiş sayılır. Dolayısıyla, suçun nitelikli biçiminin oluşumu için zorunlu öğe olan, yaralanma ya da ölüm anı, ikinci fıkradaki suçun işlenme tarihi olduğundan, bu suç yönünden TCY.’nın 102. maddesinde öngörülen dava zamanaşımının da bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir.

inceleme konusu olayda;

Yapım aşamasındaki kusurlu hareketleri ile, genel tehlike yaratacak biçimde binanın çökmesine ve ölüme neden olan sanıkların eylemlerinin TCY.’nın 383/2. maddesindeki suçu oluşturduğu, bina içinde bulunan sekiz kişinin öldüğü 17 Ağustos 1999 gününün, suç tarihi olduğu, kamu davasının ise Yasanın 102. maddesinde öngörülen beş yıllık dava zamanaşımı dolmadan 1.2.2000 tarihli iddianameyle açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, TCY.’nın 383. maddesinin birinci fıkrasındaki suçun oluşumu için tehlikenin fiilen meydana gelmesi, başka bir deyişle tahribat ve musibetin gerçekleşmesi, ikinci fıkrasındaki suçun oluşumu için de ölümün meydana gelmesi gerektiğini göz ardı eden Yerel Mahkemenin, kusurlu inşa edilen yapı için kullanma izin belgesinin alındığı tarihi suçun işlendiği tarih, dolayısıyla dava zamanaşımının başlangıç tarihi olarak kabul edip, kamu davasının zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı gerekçesiyle ortadan kaldırılmasına karar vermesi isabetsiz olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkeme direnme hükmünün (BOZULMASINA), dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 4.3.2003 günü tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

Daha Fazla Göster

Avukat İsmail Gürses

Gürses Hukuk Bürosu kurucu Avukat İsmail GÜRSES ile ekibi; hukuki süreçte başarılı bir şekilde çalışma yürütmekte, müvekkillerin davaları konusunda etkin çözüm yollarıyla hareket ederek kurumsal bir şekilde danışmanlık ve avukatlık hizmeti sunmaktadır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
×